Kendini Ahlaka adamış, adanmışlık duygusu ile dilinden değerlerini düşürmeyen, doğruları insanlar ile hiç korkmadan paylaşan, hisseden, düşünen, can verecek derece arzularına bağlı, zorlukların önünde YALÇIN dağlar gibi duran, hasiyetli, onurlu, haddini bilen, yerinde had bildiren, cömert, dünya nimetlerine esir olmamış, ailesine ilimden başka bir şey bırakmamış, mütevazı bir hayat seçen, iltifatlara itibar etmeyen, kibirden uzak bir hayat yaşayan, paylaşan, sevdiklerinin dertleri ile dertlenen, sıkıntılarında yardımcı olan, yol arkadaşı, emanete sahip, konuştuğunda yalandan ve riyadan uzak, gösteriş ve cakadan okun yaydan kaçtığı gibi kaçan, insanların değer verdikleri dünya nimetlerine değer vermeyen, sevdiğine gönülden bağlı, dilini kötülüklerden uzak tutan YALÇINdağların korkulu rüyasıydı.
Bir kötülüğü gördüğünde, önce eli ile düzeltmeye çalışan, gücü yetmiyorsa dili ile düzelmek için gayret gösteren, diliyle düzeltemiyorsa ondan uzak duran ve hiddetle kızan bir kalbe sahip sevdalı biri.
Peygamber Efendimiz ve soyunun sevdalısı. İsimlerini duyduğunda gözünden sicim gibi yaşlar akan, kendinden geçen, bazen bayılan, onlara kem söz söyletmeyen yüce insan. Peygamberinin yaptığı gibi yapmaya çalışan, konuşan ve yaşayan, hem Efendi hem de Şah.
Sohbetlerin de Peygamber Efendimizin çocuklarından Hz Fatıma (r.a)ismi geçtiği anda, iç çekerek, aksakallarının üzerine dökülen gözyaşları ile beraber, anam diye haykırışları, değil cihanı arşı titretirdi sanki.
Kendini yetiştirenler konu olduğunda vefasından, kendine çeki düzen verir, isimlerini hayır ile yâd eder, emeklerine nankörlük etmeyen, usul ve erkân gereğince emanetlerine sahip çıkan, saygıda kusursuz davranan mükemmeliyetçi biri.
Sevdası o kadar samimiydi ki, yanında bulunanlar, bu sevdanın esiri olur, onun gibi sevme ve gözlerden yaş dökmek için yalanda olsa, çaba sarf etmeye çalışırlardı.
Onu yakından görenler yaptıklarına bir anlam veremezdi. Yaşlı olmasına rağmen, etrafında pervane olan onca insan varken, işlerini kendi yapar, misafirlerine kendi hizmet eder, ikram ve yardımları için kimseden dünyalık kabul etmezdi.
Saf mıydı, deli miydi, kafası mı çalışmıyordu. Bunca insan kendisine rahat bir yaşam sağlamak için sıra girmişken neden dönüp te hiç biri ile ilgilenmiyor, inat edercesine hala bildiğini yapıyordu.
Birçok insan etrafına gelenleri kullanıp, kendisine dünyalık elde ederken, neden bunlara tenezzül etmiyordu. Komşusu açken kendisi komsusu ile bir parça yemeği paylaşmadan yemek yemiyordu. Meczup muydu bu insan, dışardan bakanlar hayranlıkla seyrederken, sanki kendini seyredenler hiç de umurunda değildi.
Sofrasına misafirsiz oturmuyor, ikramlarında mütevazı, sofrası sade, yemek yerken misafirinin yüzüne utanmasın diye bakmada yemeğini yiyor, göz ucu ile ikramda kusur olmasın diye ortalığı kolaçan eden bir hayat sürdürmeye çalışıyor.
Sizin sevdiklerinizden uzağım ben diyor, mesai bitiminden sonra asla dünyalık konuşmadan, seven sevdiği için neler yapmaz ki bunlar bir şey mi diye içi sırlarla dolu cümleler konuşmaya başlıyor.
Küçükleri kendisine gelmediğinde onca yaşına ve hastalığına aldırış etmeden, küçüklerini ziyarete gidiyor, kırgınlıklarını karşısına hissettirmeden, kendisi hata yapmış gibi kendinden örnekler vererek karşısındakilere bir şeyler anlatmaya çalışmaktaydı. Anlatmakla bitmeyecek, yazmakla sonlanmayacak emsalsiz bir hayat.
Kimden mi bahsediyorum; dünya da zamanına nimet olarak gönderilen, aşk kapısı, gönül avcısı, ahlak delisi, sünnet sevdalısı, Peygamber aşığı, hizmet eri, Allah’ın ve habibinin memuru, Arif ve Garip
ABDULLAH ÇETİN FARUKİ’den.