Sürekli şikayetler, olumsuz düşünceler, yapılan yanlışları iyi gösterme çabaları, hakikatleri söyleyememe, taraflı şiddet şikayetleri, ekonomik tartışmalar, geçim çabaları, makam kapma gayretleri, siyasetin bir birimden memnuniyetsizliği, çekememezlikler, cesaretin kırılması, kırma ve kırılma korkusu vs. gibi bir çok bilim dalı olmaya namzet hayatımızın tamamını kaplayan bir yaşam tarzımız var artık.
Tamamen kaygılarla dolu yaşanan hayatlar aile içi huzursuzluğa zirve yaptırırken erkeğin kadına, kadınında erkeğe uygulamış olduğu bedeni ve psikolojik şiddet ana haber bültenlerinin manşet haberleri haline gelmiş durumda. Aile içi şiddet konuları işlenirken sadece kadına uygulanan şiddetin sürekli konu edilmesi sürekleri erkeklerin suçlu gösterilmeye çalışılması ne kadar yanlış ise kadına şiddet de bir o kadar yanlış. Etki olmadan tepki asla olmaz. Konular işlenirken etkilerinin de araştırılarak sebeplerin ortaya konması gerektiği düşüncesindeyim.
İnsanların ahlak kavramında iyice uzaklaştığı bu zaman diliminde dede olması gereken bir şerefsizin gelinine sarkıntılık etmesi, torunu bilinen 3 yaşında ki bir kız çocuğunun kendi çocuğu çıkması ve ona da tecavüz ederek öldürmesi ahlaksızlığın hangi boyutlara geldiğini gözlere önüne sermektedir. Hakikaten, nereye doğru gidiyoruz?
Ekonomik kaygıların zirve yaptığı, ahlak kavramının neredeyse yok olmaya yüz tuttuğu günleri yaşarken, yaşanan olumsuzlukların nedenlerini düşünmeye başladım. Kalbimizde sevgi, saygı, sadakat, güler yüz, iyi niyet, yardımlaşma duygularının kaybolduğu bu duygularında Allah (cc) Kur-anına ve örnek şahsiyet Hz. Peygamber Efendimizin hayatını öğrenerek bu hayatı yaşam gayesi edinmenin tek kurtuluş yolu olduğunu okurlarımla paylaşmak isterim.
Özümüze dönmediğimiz müddetçe, kaybettiğimiz veya unuttuğumuz değerlerimizi tekrar kazanmadığımız müddetçe toplumunuzda ki bu yozlaşma, ahlaksızlık katlanarak büyüyecek ve çözülemeyecek duruma gelecek. Öfke kontrollerinin zorlaştığı, kavgaların arttığı saygı ve sevginin olmayışının yaşam kalitemizi ne kadar düşürdüğü hepimizce malum.
Bir zamanlar tarihe adını Altın harflerle yazdıran bu necip Milletin içinde bulunduğu budur içler acısı. Allah (cc) Rad Suresi 11. ayetinde ''Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz'' buyurmaktadır. Kendimizi düzelme gayretlerimiz, çabalarımız daha ne zaman ortaya çıkacak.
İnsanlar, Allah'ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lütfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar... İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir. Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem buyurdu: “İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde mevki bakımından bana en yakın olanlarınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. En nefret ettiklerim ve kıyamet gününde benden en uzak olanlarınız ise, gevezeler, lafazanlar ve yüksekten atanlardır. Onlar büyüklük taslayan kimselerdir.” “Yaptıklarından dolayı zalimleri zalimlere hükmeder kılarız.”
Bir başka hadislerinde de Efendimiz şöyle buyurur: “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.”
Bu nasihatler ışında kendimizi düzeltme gayretlerimiz, hasiyetli, onurlu, şerefli bir hayat yaşayabilmemiz için kendimizi düzeltelim. Ahlaklı olalım ahlaklı nesilleri toplumuza kazandıralım ki hayal ettiğimiz hayat hayatımıza yeniden girsin vesselam.