Türk Devlet Aklı

Köşe yazarı Enver Özdel'in 'Türk Devlet Aklı' adlı köşe yazısı.

Aslında sanki her şey, her mekanizma Yahudiliğe çalışıyor.
İkinci bir soy kırım hikâyesinin altında acaba yine bir Siyonizm mi var.
Okuyup takip ettikçe pis kokuları alır gibiyim.
Kenanın Ülkesi için vahşileşme.
Avrupa korkuyor. Ulusal güvenlik, Avrupa içinde yeniden önem kazanacak.
Ben bu savaşa başkaları gibi Rus-Ukrayna Savaşı değil, Ukrayna-Rus savaşı diyorum. Bu kardeş kavgası, birçok Avrupa ülkesi için yeniden bir tehdit odağı olarak ortaya çıkmıştır. O kadar ki tarihsel nedenlerle savunma bütçesine öncelik vermeyen bir ülke olan Almanya’da bile şartlar aniden değişti. Alman hükümeti savunma bütçesini yükseltmeye ilave bir fon ayırmaya karar verdi. Bu yeni jeopolitik konjonktürün tabiatıyla Türkiye bakımından da kalıcı olması çok önemli. Ukrayna-Rus savaşından önce Avrupa’da hakim olan düşünce, ABD’nin stratejik odağının Çin ve Doğu Asya’ya kaymasından dolayı, artık eskiden olduğu kadar Avrupa coğrafyasındaki meseleleri o kadar da önemsemeyeceği ve bunların çözümüne yönelik bir irade sergilemeyeceği yönündeydi. Sonuçta ABD’nin dünyaya bakış açısının bundan böyle Çin ile rekabet üzerinden şekilleneceği gerçeğini değiştirmemekteydi. Kaybeden denen Türkiye kazanan oluyor. Fransa Devlet Başkanı Macron’un AB’nin ABD’den bağımsız bir savunma yeteneği geliştirme yönündeki siyasi projesi de böyle bir ortamdan güç almaktaydı. Türkiye ise çoğu kimse tarafından bu konjonktürün kaybedeni olarak görülmekteydi. ABD açısından bakıldığında Türkiye eski önemini kaybetmişti. Bu bakış açısı ile küresel stratejik rekabetin odağı Doğu Asya’ya kaydıkça, Türkiye’nin jeo-stratejik önemi azalmaktaydı. Tam da bu nedenle, ABD yönetimleri başta PKK/YPG ilişkisi olmak üzere Türkiye ile sorunlara daha duyarsız hale gelmeye başlamışlardı. Başka bir deyişle Türkiye gibi müttefik bir ülkenin desteğinin kaybedilmesinin stratejik sonuçlarını daha az dikkate alır olmuşlardı.

Türkiye’nin dış politikada attığı yanlış adımlar nedeniyle bölgesinde daha yalnızlaşması, içeride temel hak ve özgürlüklerin korunmasında görülen eksiklikler ile birleşince Türkiye’nin başta Kongre olmak üzere ABD’deki siyasi desteği de erozyona uğramıştı. Bu ortamda da Türk-Amerikan ilişkileri gittikçe daha sorunlu bir niteliğe kavuşmuştu. AB açısından bakıldığında ise, Türkiye zaten AB’ye üyelik ihtimalinin gittikçe azaldığı bir ülke olarak Avrupa’nın oluşturulmaya çalışılan savunma kimliğine dahil edilmesi tartışması bile yapılmamaktaydı. Rusya-Ukrayna savaşı bu dengeyi kökünden sarstı. Avrupa’da yeniden bir konvansiyonel hatta nükleer bir tehdidin bu şekilde ortaya çıkması, Karadeniz coğrafyasında yer alan Türkiye gibi güçlü bir müttefikin jeo-stratejik önemini yeniden ortaya çıkardı. Bu yeni ortam Türk dış politikası açısından da bazı yapısal tercihleri gündeme getirmekte. Rusya ile Türkiye’nin hep birbirine yakın olması gerekmektedir. İlk olarak, Türkiye özellikle son on yılda Rusya ile iyi ilişkiler içinde bulunmaya özen gösteren bir ülke oldu. Bu arayış gayet de meşru nedenlerle dayanmaktadır. Türkiye’nin Rusya ile enerji, ekonomi, turizm ve hatta Suriye ve Dağlık Karabağ gibi coğrafyalarda diplomatik bir ortaklık kurması ülkemizin lehine oldu. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ancak Türkiye’nin yeni bir “denge politikası” arayışında olacağı açıktır. Görebildiğim kadarıyla bu yeni denge politikasının unsurları, siyasi düzlemde Rusya’ya karşı daha eleştirel bir söylem benimsemek ama Batı’nın yaptırım rejimlerine taraf olmamak, Ukrayna’ya SİHA satışına devam ederken Rusya’ya da hava sahasını kapatmamak gibi kararlara dayanmakta. Kaldı ki boğazların istisnalar saklı kalmak kaydıyla Rus savaş gemilerine kapatılması da Rusya’ya karşı bir yaptırım değildir. O da Montrö’nün bu halde 19. Maddesinin uygulanmasından kaynaklanmaktadır. 19. Madde Türkiye’ye zaten başka bir tercihte bulunma olanağı vermemektedir. Bu madde uyarınca Türkiye Boğazların kapatılması kararının vermek zorundadır. Ancak Ukrayna’daki savaş ile bağlantılı olarak önümüzdeki vadede Türk dış politikası açısından bir dizi güçlükle beraber bazı fırsatlar da ortaya çıkmıştır. Ekonomik zorluklar kapıda. Kısa vadedeki güçlüklerin başında tabiatıyla ekonomik sınamalar gelmektedir. Türkiye, Ukrayna savaşına zor bir ekonomik konjonktürde yakalanmış olup ve bu savaştan ekonomik anlamda en kötü etkilenebilecek ülkeleri arasında yer almakta. İthal enerji ve gıda fiyatlarının oluşturduğu enflasyonist baskının yanı sıra bu yaz için beklenen Rusya ve Ukrayna kaynaklı turizm gelirlerinin de tehlikeye girmesi söz konusu. Orta vadede ise siyasi/diplomatik alanda Türkiye’yi zor sınamalar beklemekte. Boğazlar konusu gündemde kalacaktır. Örneğin

Ukrayna’da savaşın Kiev’de Rusya yanlısı bir kukla iktidarın getirilmesi ile sonlanması ve Zelenski veya başka bir siyasi liderin bir “sürgünde hükümet” modeli ile mücadeleyi sürdürmeye devam etmesi senaryonda, Moskova Türkiye’den Montrö 19. Madde çerçevesinde aldığı Boğazların Rus savaş gemilerine kapatılması kararına son vermesini isteyecektir. Rusya argüman olarak Ukrayna’da barışın sağlandığını ve dolayısıyla artık bir “savaş” olarak nitelendirilebilecek bir ortamın bulunmadığını ileri sürecektir. Ancak Türkiye’nin de uluslararası toplumun ekseri çoğunluğu ile beraber sürgündeki hükümeti Ukrayna’nın meşru seçilmiş hükümeti olarak tanıması ve hatta Ukrayna topraklarında Kiev’deki kukla hükümete karşı silahlı bir iç  direnişin devam ettiği bir ortamda ne yönde bir karar verebilecektir? Boğazların daha uzun süre 19. Madde kapsamında kapalı kalması Rusya ile daha ciddi sorunları doğurmaya gebedir. Ülkemiz açısından denge politikası ne kadar önemli. Keza bu senaryoda Türkiye’den Batı ülkelerinin hayata geçirdikleri Rusya’ya yönelik yaptırımlara taraf olması yönünde baskıların da artması muhtemeldir. Rusya-Batı ilişkilerinin normalleşmesi senaryosunun öngörülebilir gelecekte olmadığı hatırda tutulacak olursa, Türkiye’nin bu “denge” politikasını devam ettirmekte ne gibi zorluklarla karşılaşacağı tahmin edilebilir. Bu ABD için Türkiye fırsatı olabilir. Ancak Ukrayna’daki savaş bu muhtemel zorlukların yanı sıra , Türk dış politikası bakımından bazı fırsatları da beraberinde getirmektedir. Bunların başında da Türkiye’nin jeostratejik öneminin yeniden belirgin biçimde ortaya çıkması, Türkiye’nin başta ABD olmak üzere ittifak içindeki ortakları ile müzakere pozisyonunu güçlendirecektir. Bu ortamda 

Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorunların daha yapıcı bir anlayışla ele alınmasını beklemek gerekir. Bence ilk sinyal F16 lar. Bunun ilk sinyalini F16 talebimizin akıbeti belirleyecektir. Keza Türkiye gibi bir ülkenin, AB’nin savunma politikasından tamamen dışlanmasını isteyenler güç kaybedeceklerdir. Brexit sonrası Birleşik Krallık gibi savunma alanında güçlü bir ülkeyi kaybetmiş olan AB’nin bundan böyle İngiltere ve Türkiye gibi NATO üyesi olup AB üyesi olmayan ülkeleri de bu müstakbel politika alanına dahil edecek bazı arayışlar içinde olacaklardır. Ama sonuçta insan hakları. Özgürlükler ve demokrasi belirleyici olacaktır. Ancak AB ile ilişkilerde, gene de Türkiye’nin insan hakları, temel özgürlükler ve demokrasi alanında sergileyeceği performansın belirleyici olacağını vurgulamak gerekir. Başka bir deyişle, her ne kadar Avrupa’daki jeopolitik konjonktür Soğuk Savaş dönemine benzer bir nitelik kazanmaya başlamış olsa da, dünya Soğuk Savaş yıllarına dönmeyecektir. Sonuç olarak, son bir ay  içerisinde Türkiye ye gelen devlet başkanlarına bakarsak aslında Türk devlet mekanizmasının, Aksakallıların ve Devlet geleneğinin ne kadar doğru işlediğini görebiliriz. Tarafsız, insani yardımı sürdürebilen ve Montrö’yü doğru uygulayan zeka kazanacaktır.
Saygılarımla...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri