"ASKERLER OKULLARI DENETLİYORDU"
28 Şubat sürecinde yaşadıklarını hafızasında kötü bir anı olarak saklayan Kırıkkale Hasan Ali Yücel İlkokulu sınıf öğretmeni 54 yaşındaki Ülkü Uysal, çok sevdiği mesleğinden ihraç edilmesine giden süreci ve o dönemde tanık olduğu olayları AA muhabirine anlattı. Uysal, normalde eğitim fakültesi mezunu olmadığını, o dönemde formasyon eğitimi aldıktan sonra 1997 yılında Kırıkkale'nin Keskin ilçesinde bir köy okuluna tayininin çıktığını anlattı. Çelebi ilçesinde birkaç ay çalıştıktan sonra Yıldırım Beyazıt Ortaokulunda görev yaparken stajının kalktığını dile getiren Uysal, şunları belirtti: "Bir gün okula gittim ve derse girdim. Baktım öğrenci sınıf defterini vermedi bana. 'Ne yapıyorsun?' dedim, 'Hocam, defterin kabı yıpranmış onu kaplayayım, ondan sonra vereyim.' dedi. O dönemde hiç üzerlerine vazife olmadığı halde askerler okulları denetliyordu. O sırada okul müdürü, öğrenciyle, 'Askerler denetime gelecek, öğretmeniniz hemen gitsin.' diye haber gönderdi. Ben de hemen defteri imzalamadan çıktım. İmzalasaydım orada olduğum belgelenmiş olacaktı. Demek istediğim, askerler başörtülü var mı diye okulları denetliyordu."
"BAŞÖRTÜLÜ OLDUĞUM İÇİN İKAZDA BULUNUYORLARDI"
Ülkü Uysal, bu süreçte bel fıtığından ameliyat edildiğini, sonra yeniden göreve döndüğünü anlatarak, Keskin ilçesinde Gazi İlkokulunda çalıştığını belirtti. O dönemde de sıkıntılı bir sürecin yaşandığını ve müfettişlerin sürekli okula geldiğini anlatan Uysal, şöyle devam etti: "Başörtülü olduğumdan dolayı sürekli ikazda bulunuyorlardı hatta maaş kesimi aldım, sonra affa uğradı. Bir yıl burada çalıştıktan sonra Keskin Kurşunkaya İlkokulunda göreve başladım. Normalde yılda bir kez müfettiş ya gelirmiş ya gelmezmiş. Başörtüsünden dolayı atılmamız zaten meşru bir şey değil. O yüzden bizle hiç alakası olmayan suçlar isnat edildi. Bizden önceki öğretmenin kaldığı lojmanın kiremitlerinin üzerine koyduğu taşlar öğrencilerin üzerine düşermiş, niye biz onları orada tutmuşuz. Bir keresinde köy halkı okulun boyasını, biz de okulun temizliğini yapıyorduk. Haliyle okulun eşyaları dışarıdaydı. Bana isnat edilen suçlardan biri de buydu. Okul dağınık vaziyette olduğu için ben eğitim ve öğretime engel olmuşum. Daha sonra derslerde terör propagandası yapmak gibi suçlar da eklemişler. Hiç mesnetsiz suçlamalar. Müfettişler geldiğinde perukluydum, ona rağmen başörtülü olduğumu bildikleri için bunu yaptılar."
"PSİKOLOJİK OLARAK ETKİLİ OLMAYA ÇALIŞIYORLARDI"
O süreçte amaçlananın dindar ve muhafazakar insanları tamamen kamusal alandan çıkarmak olduğunu söyleyen Uysal, şu değerlendirmede bulundu: "Bunları yaşarken 1999 yılında görevden atıldım. Halkın yüzde 60'ı, 70'i bizimle aynı görüşteydi ama insanlar, 'Sen haklısın.' demeye bile korkuyorlardı. 28 Şubat'ın silahı makineli tüfekler, panzerler değildi. 28 Şubat'ın silahı tamamen medyaydı. Tamamen medyayı kullanarak insanlarda algı operasyonu yaratmaya başlanmıştı. Ülkenin belli bir azınlığı veya askerler istiyor diye biz inancımızdan niye taviz vereceğiz? Üstelik biz öğretmendik. Çocuklara, 'Siz inandığınız yolda devam edin, inanmışsanız size engel olacak hiçbir şeyin önemi yok.' deyip de okulun bahçesinde, sınıfta başımızı açmak ikilem değil miydi? Bize bunu yaşattılar. Birçok arkadaş psikolojik destek gördü. Sürekli teftişe geldiklerinde, 'Eşiniz nerede, Milli Eğitim'de mi?' diye soruyorlardı. Eğer Milli Eğitim'deyse ona da mobbing uygulayıp, belki ona da aynısını yapacaklardı. Çocuklarınız büyüyünce askeri okullara falan gidemez diye bir sürü şey. Müfettişler genellikle iyi polis, kötü polis durumundalardı. Biri ikna etmeye çalışırken diğeri de psikolojik olarak etkili olmaya çalışıyordu."
"28 ŞUBAT DÖNEMİNDE YALNIZ KALDIK"
Uysal, o dönemde meslekten ihraç edilen bir arkadaşı ve üniversitede çalışan eşinin haftalarca çocuklarına "İşe gidiyoruz" diyerek evden çıkmak zorunda kaldıklarını dile getirdi. İkisinin de ailesinin maddi durumunun iyi olmadığını belirten Uysal, "Destekleyecek durumda değillerdi. 28 Şubat döneminde insanlara bunları yaşattılar. 28 Şubat döneminde yalnız kaldık. Başlarını açıp memurluğa devam eden arkadaşlar ayrı bir psikolojik sıkıntı yaşadı, görevden atılan arkadaşlar ayrı bir sıkıntı yaşadı. İnsanlar haklı olduklarını bildikleri halde haklarını müdafaa edemiyorlar." ifadelerini kullandı. Hiçbir şekilde seslerini duyuramadıklarını ifade eden Uysal, "2007 yılında yeniden göreve döndüm ancak bu zulüm tamamen bitti diyemem. Bir süre daha başörtüsü üzerine peruk takarak derslere girdik. O dönemde ders verdiğim sınıftan İstiklal Marşı hariç dışarı çıkamadım uzun bir süre hatta İstiklal Marşı'na katıldığım için İl Milli Eğitim Müdürü çağırıp, 'Ben her ay rapor veriyorum, hiçbir şey yoktu. Bu ay yüzünüzden böyle rapor vermek zorunda kaldım.' diye ikaz etmişti." dedi.
"RESMİ HİZMETE MAHSUSTUR YAZILI ARAÇLARI GÖRÜNCE İRKİLDİM"
Ülkü Uysal, o dönemde insanların laik-antilaik diye gruplaştırıldığını anlatarak, şunları kaydetti: "Şu anda gayet güzel. Arkadaşlarımız başörtülüymüş, açıkmış hiçbir önemi yok. Başörtülü olmak insanın iyi veya kötü olduğunu göstermez. Bu, Allah'ın bir emrini yerine getirmeye çalıştığı anlamına gelir. Şu anda iş arkadaşlarımız arasında hiçbir ayrım yok. Onlardan da bu konuda ayrım görmüyoruz. Demek ki insanların başörtülü veya açık olması, sınıflandırılmaları çok da önemli bir şey değilmiş. Şu anki nesle bunu anlattığımız zaman sanki masalmış, böyle şeyler olmazmış gibi dinliyorlar. Kendi çocuklarım da öyle. Görevden atıldıktan sonra yıllarca siyah 'resmi hizmete mahsustur' yazan araçları gördükçe irkildim. Hiçbir şey onları telafi edemez, onlar insanların geçmişinde kara bir leke olarak ne yazık ki kalacak."