Kemanın notasız ustası: Seyit Çevik
“BİR TOPRAKTAN, BİR ANADAN DOĞMUŞ OLANLAR AYNI TOPRAĞIN, AYNI SAZINI ÇALARLAR, AYNI TÜRKÜLERİN SÖYLERLER”
KEMAN İLE BOZLAĞA AŞK YAŞATAN İSİM
Bozkır’da doğan, müzikle yoğrulan ve bozlak ile pişen bir değerin hikâyesi. Çaldığı kemanla farkını ortaya koyan, keman tellerinde bastığı notalarla inceden inceye yüreğimizi sızlatan, yüzyıllık abdallık geleneğinin son temsilcilerinden biri olan, keman üstadı merhum Seyit Çevik.
DOĞDUĞUN EV KADERİNDİR
Abdallık kültürünün en önemli temsilcilerinden olan ve yüzyıllardır süre gelen bu köklü geleneği devam ettiren Seyit Çevik, Kırıkkale’nin Keskin ilçesine bağlı, türkülere konu olan ve halk dilinde ‘Hacelobası’ olarak bilinen Hacıaliobası köyünde, müzisyen bir babanın oğlu olarak dünyaya gözlerini açar. Aslında Keskin’de müzisyen bir babanın oğlu olarak doğmasıyla birlikte hayatının kaderi çizilir. 1941 yılında bozkırın ortasında, yokluğun içine doğan üstat Çevik’in bir okul hayatı olmaz. Çocukluk yıllarında hem babası hem de ustası olan Aşır Usta’dan bağlama çalmayı öğrenir. Bağlama çalmayı öğrendikten sonra yöredeki düğünlerde saz çalıp türkü söyleyen Çevik, zamanla kendini yetiştirir.
YOL ARKADAŞI KEMAN İLE İLK TANIŞMA
O dönemlerde sadece bağlama çalan ve bağlamanın artık kendisine yetmediğini fark eden Çevik’i, teyzesinin oğlu ve aynı zamanda da bir başka önemli değer olan, Çevik’in de “Has ustamdır.” dediği Hacı Taşan, yanına alarak Ankara’ya götürür. Hacı Taşan, yanında Ankara’ya götürdüğü yeğeni Seyit Çevik’e oradan bir keman alarak kendisine hediye eder. İşte bu hediye Seyit Çevik’in hayatında bir dönüm noktası olur. O hediyeden sonra Çevik’in kemanla olan yol arkadaşlığı başlar. O kemanla bozlak türkülerini çalmaya başlayan Çevik, kendine has bir tarz oluşturur. Hacı Taşan’dan aldığı kemandan sonra, kemanı bir organı gibi kullanan ve kemanla yol arkadaşlığı yapan Çevik, farklı parmak teknikleri, kendine has yay teknikleriyle kendinden söz ettirmeye başlar.
ERTAŞ ARACILIĞIYLA İLK PLAK: SARI SULTAN
Gün geçtikçe içindeki sanat aşkı daha da alevlenen Seyit Çevik, askerden geldikten sonra Neşet Ertaş’ın “Gitme Leylam Gitme” plağını dinler ve çok etkilenir. Ardından Neşet Ertaş’a ulaşan Çevik, kendisinin çok etkilendiğini ve plak çıkarmak istediğini dile getirir. Bunun ardından Ertaş, Çevik’e kendisinden mektup beklemesini ve daha sonra ise İstanbul’a giderek plak çıkarmasını söyler. Mektup gelmesinin ardından İstanbul’a giden Çevik, orada ilk plağı olan “Sarı Sultan” plağını çıkarır ve plak oldukça tutulur. İşte bu plaktan sonra müzik ile daha içli dışlı olan üstat Çevik, bozlak kültürüne, Türk Halk Müziği’ne şimdilerde ‘Ankara’nın Bağları’ adıyla bilinen “İp attım ucu kaldı” türküsü gibi bilinen birçok derleme ile katkı sağlar, sayısız eser bırakır ve onun yolundan giden sanatçılar yetiştirir.
Yıllar boyunca sanatla iç içe geçen yaşam, kemanla yapılan yol arkadaşlığı, çalıp söylediği hareketli türküler, içindeki dertleri yok etmesine yetmez. Yokluğun, çocukluk yıllarındaki acıların, sıkıntıların birikimi yıllar sonra ustanın bünyesinde o kötü hastalık, kanser olarak ortaya çıktı. 2020 yılında tedavi gördüğü hastanede, fani dünyada 79 yıl yaşadıktan sonra hayata gözlerini yuman Çevik, çok sevdiği memleketi, bozkırın bozlak fabrikası Keskin’de toprağa verildi.
Biz de üstada kendi sözleri ile veda edelim ve yazımızı bitirelim. Üstat Seyit Çevik diyor ki: “Aşıklığım yok benim ama sanatta her şeyini vereceksin. Özünü vereceksin. Ben zaten müzikle yaşadım. Ben bazen başım ağrıdığı zaman sazımı elime alıp çaldığımda, işte o zaman bir ilaç almış gibi oluyorum. İyi oluyorum. Çok seviyorum müziği.”
Haber Editörü: Volkan Bostancı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.