Hepimiz sorumluyuz!

Etrafımda çok duyuyorum “Gençler bir işi beceremiyor”, “Hiçbir sorumluluk almak istemiyorlar”, “Yeni neslin işi gücü ekran, başka bir şey bildikleri yok”, “Fatih Sultan Mehmet yirmi yaşında İstanbul’u fethetmişti, bir de şimdiki gençlere bak” gibi söylemleri. Ben de size bir şey sormak istiyorum, “Hangimiz Fatih Sultan Mehmet’in aldığı eğitimi veriyoruz çocuklarımıza?”

Günlük yaşamını sürdürebilmek için birilerine muhtaç olan, iş yerinde aldığı sorumluluklar fazla gelince, patronu biraz yüklenince depresyona giren mutsuz gençleri gördüğümde yukarıdaki sorunun cevabını alıyorum. Dördüncü sınıfta bir çocuğun çantasını sınıfına kadar annesi taşıyorsa, on beş yaşında bir gencin dağınıklığını ebeveynleri topluyorsa, yirmi yaşındaki bir genç hala tüm hayatı için yönlendirmeler bekliyor zamanını kendisi planlayamıyor, sorumluluklarını yerine getiremiyorsa, kusura bakmayın ama bizim o çocukları ve gençleri suçlamaya hiç hakkımız yok. Suçu gençlere, çocuklara atıp işin içinden sıyrılmak çok kolay. Bizlere düşen zorlukları göze alarak çocuklarımızı yetiştirmek. Ebeveyn olmak hiçbir zaman kolay olmadı ve olmayacak da. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, hayat şartlarımız ne kadar kolaylaşırsa kolaylaşsın, bir çocuğun emanetçisi olmak her zaman zor olacak. Bizim şikayet ettiğimiz konularda binlerce yıl önce de şikayet ediliyordu. Sokrates şu sözleri iki bin yıl önce söylemiş;

“Günümüzün çocukları lüksü seviyor. Görgüsüzler, otoriteye baş kaldırıyorlar, yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine gevezelik etmeyi seviyorlar. Çocuklar artık ailenin hizmetçisi değil, tiranı olmuş durumda. Yaşlılar içeri girince ayağa bile kalkmıyorlar.” Size de tanıdık geliyor mu bu sözler? İki bin yıl geçmiş üzerinden, beş bin yıl geçse de yine dertlenmeler aynı olacak. Ben de diyorum ki dertlenmeyi bırakıp harekete geçsek, çocuklarımızı elimizden geldiğince sorumluluk sahibi bireyler olarak yetiştirmeye çalışsak nasıl olur?

Eğitim sistemimiz bu konuda çocuklara pek fırsat tanımıyor, bu ayrı konuşulabilecek uzun bir konu. Okullarda çocukların hangi saatte ne yapacakları, neyi nasıl yapacakları hep bir standart çerçeve içinde. Hangi kalemle nereye yazacağına bile öğretmenleri karar veriyor, çocuk da onu uyguluyor. Dediğim gibi bu başka bir yazının konusu olabilecek kadar uzun bir mevzu. Biz ebeveyn tutumlarına bakalım. Eğer ebeveynler evde belli sorumluluklar verirse çocuklarına, okuldaki durumlar çok fazla etkilemeyebilir diye düşünüyorum. Bakın etkilemez demiyorum, çok fazla etkilemeyebilir diyorum. Aslında kesin çözüm toplumca bazı tutumlarımızı değiştirmekte yatıyor ancak şu anda böyle bir durum mümkün olmadığı için biz kendimize bakacağız, kendi tutumlarımızı değiştirerek çocuklarımıza rehber olmaya çalışacağız. Çocuğumuzun bir yetişkin olduğunda özgürce kendi kararlarını verebilmesini istiyorsak çocukken de kendi kararlarını alabilmesini sağlamalıyız. Ne yiyeceğine, ne giyeceğine, ne oynayacağına, hangi kursa gideceğine, hangi okulu seçeceğine, mesleğine, hangi kitabı okuyacağına  belli bir yaştan sonra kendisi karar verebilmeli. Beş yaşındaki bir çocuğa ne yiyeceğini, ne giyeceğini bir yetişkin dikte etmemeli. Yedi yaşından sonra çocuklar eve alınan eşyalarda fikir sahibi olmalı, ailenin maddi durumundan haberdar olmalı, tüm planlamalarda söz sahibi olmalıdır. Tıpkı biz yetişkinler gibi. Çünkü onlar da birer birey artık ve yaşadığımız evdeki tüm sorumluluklara da ortak olmalılar. Ev temizliğine, ne pişirileceğine, nereye gidileceğine karar verirken çocuklarımızı da bu sürece dahil etmeliyiz.

Benim bahsetmek istediğim çocukların her istediğinin yapılması, ebeveynlerin bir kukla misali çocukların oyuncağı olması değil, çocukların da bir birey olduğu ve yaşadığı hayatta söz sahibi olması gerektiğidir. Çok uzatmadan Küçük Ağaç’ın Eğitimi isimli bir kitaptan kısa bir bölüm paylaşarak bitirmek istiyorum. İsterseniz kitabı okuyabilirsiniz, şahane bir kitaptır. Kitapta Büyükbaba ve Küçük Ağaç kasabaya gidiyor. Kasabada halk toplanmış yöneticilerin seçim öncesi vaatlerini dinliyor. O sırada Küçük Ağaç’ın yanına, elinde bir buzağının yularını tutan bir adam yaklaşıyor. Küçük Ağaç’a buzağıyı alıp alamayacağını, onun bu buzağıya sahip olması gerektiğini düşündüğünü söylüyor. Küçük Ağaç sadece elli senti olduğunu o yüzden alamayacağını dile getirse de, adam bu fiyatın çok ucuz olmasına rağmen böyle küçük bir çocuğu üzmeyeceğini ve buzağıyı vereceğini söylüyor, paraları alıp ipi çocuğun eline verir vermez de hızla uzaklaşıyor. Küçük Ağaç buzağıyı Büyükbaba’ya gösterdiğinde büyükbaba pek hoşnut olmasa da bunu dile getirmiyor ve buzağıyla birlikte evlerine doğru yola koyuluyorlar. Yolda giderken buzağı ölüyor, çünkü zaten hastaymış. Büyükbaba evde yemek esnasında Küçük Ağaç’a şu sözleri söylüyor, “Görüyorsun, Küçük Ağaç, öğrenmenin yapmaktan başka yolu yok. Senin buzağıyı almanı engelleseydim, her zaman bir buzağın olması gerektiğini düşünecektin. Sana satın almanı söyleseydim, öldüğü için beni suçlayacaktın. Yaşam içinde öğrenmek zorundasın.

Bu yazı toplam 30 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gurbet Lüy Arşivi